bir vardı bir yoktu
- irfankab
- 21 Kas 2016
- 4 dakikada okunur
MELEK HANIMIN ÖYKÜSÜ (SÜLEYMAN HASBEK SOHBETİNDEN) O etkili sözcüğü de katıp söyleyecek olursak,eski Sarıyerlilerden Süleyman Hasbek Sarıyer'in tarihine, tarihi kişiliklerine,bunlarla ilgili anekdotlara her zaman ilgili olmuş.Gençlerin geçmişle ilgili bilgileri olmasını istediği için yaşlıların anılarına oldukça önem veriyor.Düşüncesine göre,geçmişe ait aktarılmamış bilgiler kayıp değerleri oluşturuyor.O,Sarıyerli olmanın biraz da geçmişin farkında olmaktan geçtiği kanısında... Süleyman Hasbek babaannesi Melek hanım'ın hikayesini anlattı.Hani "nereden nereye" diye bir söz vardır ya,işte o sözü kanıtlarcasına bir öykü... Bir yüzyıldan aşkın,üstünden güneşin otuz altı bin beş yüz kereden daha fazla doğup battığı geçmiş bir zaman.Devir: Osmanlı devri.. Tahtın sahibi Sultan 2.Abdülhamit ve çok şeyler söylenmiş bu devre ait.Biri işin o yanında,biri bu yanında yani devrin o tarafı var,bu tarafı var...Seveni,söveni gırla...Tam da o vakitler şair Eşref demiş ki: Bendeki sanatı taklit edemez Avrupalı Sanma ahengi umumiye bu heyet kapılır! Milletin ağzı açıldıkça kilit vurmak için Babıali'de ne sanatlı anahtar yapılır! Süleyman Hasbek Melek hanımı anlatmaya işte bu devirden başlıyor: Abdülhamit askerleri denetlemektedir.Gözüne o asker ilişir.Diğer askerler arasında yapılı ve yakışıklıdır.İlk görünüşte güçlü,kuvvetli izlenimi vermektedir.(Abdülhamit olağanın ötesine geçen şeyleri asla sektirmez.Okuduğu değil de okutup dinlediği polisiye romanların etkisinde olacak sıra dışı olanı kaçırmaz.)Abdülhamit ilgisini çeken bu askeri yanına çağırtır. -Nerelisin? -Kayseri Avanoz. -Analar ne aslanlar doğuruyormuş!
Koca padişah 2.Abdülhamit Han Hazretleri böylesi bir laf edince...E tabi bunun bir karşılığı olmalıdır. Olur da...Karşılık,o askerin saraya baş muhafız olarak alınması olur. (2.Abdülhamit'in tecrübe etmek istediği insanlara karşı ihsanları meşhurdur.Hatta bu ihsanların ölçüsüzlüğe vardığı vakalar oldukça boldur. Hemoroid hastalığına bakan sokaktan gelmiş Agah adında birine paşalık vermiştir."Basurcu Agah Paşa!" Aksaray'da polislerin başa çıkamadığı sabıkalı katil Arap Abdullah'ı da paşa yapmıştır."Katil Abdullah Paşa!" Sarayı kendisine uşaklık eden kullarının çocuklarına verdiği binbaşı,yarbay,albay rütbeleriyle doludur.) Bunlar bir yana yakışıklı asker İzzet Efendi artık saraya aittir.Sarayda çalışmaya başlayan İzzet Efendi ailesini Serencebey'de bir eve taşır.Süleyman Hasbek'in babaannesi Melek Hanım işte bu Avanoz'lu İzzet Efendinin kerimeleri(kızı)olurlar.

Babası küçük Melek'i çok sever,öyle ki,yanında saraya götürüp getirir.Sarayda şehzadeler arasında bulunup saray çocuklarıyla oyunlar oynamak küçük Melek'in günlük yaşamı olmuştur.Güzel bir çocukluk dönemidir.Şanslı çocuklardan olan Melek gelecek günlerin ne getireceğinden habersiz küçük yüreğinin mutlulukla çarptığını duyumsamaktadır.Günleri böylesi bir ortamda akıp gitmektedir. 2.Abdülhamit de kendinden önceki diğer padişahlarda adet olduğu üzere cuma namazını camide kılardı.Bu namaz bir tören havasında olurdu. "Cuma selamlığı" daha şaşalı adlandırmayla "Selamlık Resmi Alisi"...İşte bu tören 2.Abdülhamit Han Hazretleri zamanında padişahın kuruntuları nedeniyle Yıldız Sarayının kapısının bir kaç yüz metre ilerisindeki Yıldız camisinde düzenlenirdi. Zaten caminin yeşil parmaklıklı kapısı saray mensuplarının oturduğu dairelere bakardı.Öyle olmalıydı çünkü padişah evhamlıydı... (Ahmet Rıza bey Paris'te Meşveret -danışma,söyleşme,fikir alışverişi anlamında- gazetesini çıkarıyordu. Gazetenin 15 Mayıs 1901 sayılı yayınında Fransız akıl doktorunun padişah 2.Abdülhamit için bir değerlendirmesi yayımlandı: "Halk,zincirle bağlanmış veya tımarhaneye kapatılmış insanlara deli der. Sizin hükümdarınızın hastalığına ise,akıl hastalıkları ilminde,akıllı delilik "cinnet-i Münevvere" denilir. Akıllı deli,sıhhatli ve selametli bir fikre malikmiş gibi konuşur.Fakat bütün fikirlerinde ve kararlarında,hükümler hatalıdır...Akıllı deli,aslında ve kendi benliği ve menfaati dışında ne istediğini bilmez.Kendini herkesin üstünde sayar.Her şeyi eniyi düşünen ve her şeyde bilgili sayar.Yüksek bir mevki işgal ettiği zaman, en büyük ihtirası,herkese kumanda etmek,her şeye hakim olmaktır.Ve içinde yaşadığı alemi,en küçük teferruatına varıncaya kadar kendisi idare etmek ister.Bundan aşırı zevk duyar...."O gün günlerden cumaydı.Tabi saray çevresi de cümbür-cemaat camide hazır bulunuyordu.Bizim küçük Melek de oradaydı.Cuma selamlığındaydı ve tarih 1905 yılının 21 Temmuzunu göstermekteydi. Evet o gün evhamlı 2.Abdülhamit'e suikast yapıldığı gündü.Ve ardından Tevfik Fikret'in "Bir Lahza-i Taahhur"(bir anlık gecikme) şiirini yazmıştı:
“Ey sayın patlayış, ey intikamcı duman,Kimsin nesin?… Bu saldırışa seni yollayankim, sebep ne?Arkanda binlerce gözetleyen varken sen oradayoksun;Sen görünmeyen, fakat kurtarıcı bir eli andırıyorsun.Dehşetle, asırların sakat görenek ve batıl ananeleriniSilkerek milletleri en çetin uykularındanuyandırırsın.Ey şanlı avcı, tuzağını beyhude kurmadın;Attın, fakat yazık ki, yazıklar ki vurmadın!Bir milleti çiğnemekle bugün eğlenen alçak,Bu keyfiyetini biraz gecikme anına borçludur!”
Ardından kol ve bacakların havaya savrulduğu, onlarca atın telef olduğu o büyük patlamada küçük Melek de vardı.Korkan yüreği o güne dek tanık olmadığı biçimde hızlı çarpmıştı ve ağlamıştı. Ağladığının farkına varamayacak kadar, o çok büyük gürültüden korkmuştu.Korkusundan titremişti. Bu öylesi bir korkuydu ki şoku bir ömür boyu sürüp gitmişti. Gök gürlemişti; korkmuştu, bir şey düşüp gürültü çıkarmıştı;korkmuştu, patlama çağrıştıran tüm gürültülerden hep korkmuştu. Korkunun yanında olayla ilgili hatırında kalan bir şey daha vardı:Camiye yeni alınan avize...Melek hanım, Abdülhamit'i suikasttan kurtaranın camiye yeni alınan avize olduğunu söylerdi...Padişah yeni alınan avize hakkında bilgi almak için durduğundan bombanın etki alanının uzağında kalmış...
Öte yanda Süleyman Beyin dedesi Müftüzade AliHaydar Hasbek'tir.Diğer deyişle O, Ali Hulisi Efendinin oğludur. Ali Hulisi Efendi, Sarıyerli riyaziyeci Mehmet Sami'nin kızı Hatice Adalet'le evlidir. Riyaziyeci Mehmet Sami Rumeli Kavağı'nda (Hamamsokağının başındaki ev)ikamet etmektedir.

1876 YılındaÇakmakoğullarından Topçu albayı Ali Sırrı ile Hesna Hanım'ın oğlu olarak Rumelikavak'ta doğanFevzi Çakmak'la samimiyetleri vardır.Birlikte Şirket-i Hayriye vapuruyla Köprü'ye giderler...Mehmet Sami Rumeli Kavağı'nda fırın işletirdi ve İstanbul'a odun satardı.Mezarı Sarıyer Orta Çeşme Mezarlığındadır.Kitabesinde eski Türkçe olarak "Riyaziyeci Mehmet Sami" yazar.Ali Hulisi Efendi görevi gereği Fatih camisi yakınındaki bir köşkte oturmaktadır ve şair Orhan Veli'nin babasıyla komşudur.Büyük Fatih yangını olduğunda Ali Hulisi Efendiler ikamet ettikleri köşk yanınca Sarıyer'e Orta Çeşme caddesindeki 83 no'lu eve yerleşirler.Ali Haydar Hasbek bu yeni yerleşilen yerde yani Sarıyer'de doğmuştur.İşte Sarıyer'de doğan bu Ali Haydar Efendi Abdülhamit suikastını yaşamış Melek hanımla izdivaç eder.Süleyman Hasbek'in babaannesi Melek Hanım'ın çeyizini Beşiktaş'tan Sarıyer'e faytonla Paşa Mahmut'un babası faytoncu Kadir amca getirir...Süleyman Hasbek sohbetin bir yerinde Orhan Veli'den bahsediyor. Şimdiki Baştımar apartmanının yanında Elmasyan'ın evi vardı, onun alt katında otururlardı diyor. Arkadaşlarından birinin Nedim Karabel olduğunu söylüyor. Büyükdere'de Barbayani'nin meyhanesinde(bir zamanlar da İsmet'in yeri)içerlerken irticalen "balık şişesinde rakı olsam" şiirini yazdığını Nedim Karabel'in anlatımlarından aktarıyor:
Eskiler alıyorum
Alıp yıldız yapıyorum
Musiki ruhun gıdasıdır
Musikiye bayılıyorum
Şiir yazıyorum
Şiir yazıp eskiler alıyorum
Eskiler verip musikiler alıyorum
Bir de rakı şişesinde balık olsam.

Lafı Orhan Veli'ye getirmişken Şekerci İbrahim'le arasındaki şiirli muhabbeti İbrahim Balcı anılarından aktarmak yerinde olur:"1946 yada 1947 yıllarıydı. Şekerci İbrahim’in dükkanına bitişik Manav Hafız’ın dükkanında çıraktım o sıralar. Dükkanın önünde Yusuf Efendinin hemen karşıdaki kahvesinden orta kahvelerini söylediğim iki kişi tartışıyorlardı. Biri bizim Şekerci İbrahim’di. Öteki?Ötekini tanımıyordum.Hasırdan fötr şapkası olan öteki adam bir şiir okuyordu:
Şapkan yeşil
Manton,entarin yeşil
Çorabın,ayakkabın yeşil
Bağ bahçe olsan da
Gönlünde oynasam
Şekerci İbrahim dinlediği şiire tepki vermişti:-Yahu bu da şiir mi?Sonra kendisi okumaya başlamıştı:
Şapkan beyaz
Manton,entarin beyaz
Çorabın,ayakkabın beyaz
Tavuk göğsü olsan daYesem seni…
Süleyman Hasbek'e sohbeti için teşekkür ederim.
Comments